Toplumsal ruh sağlığı için insanlar güvenceli yaşayabilmeli

Türkiye Sosyoloji Mezunları Derneği Başkanı Özgür Başpınar Aktükün’le insan sağlığının toplumla ilişkisini konuştuk.


Nisa Sude DEMİREL – İstanbul – Evrensel

Bugün 10 Ekim Dünya Ruh Sağlığı günü. 1992’den beri toplumda ruh sağlığına dair farkındalık yaratmak amaçlanarak 10 Ekim günü Ruh Sağlığı günü olarak isimlendiriliyor. Online sağlık platformu DoktorTakvimi’ne göre Türkiye’de2023’te en çok doktor randevusu alınan üç branş sırasıyla Psikoloji, Kadın Hastalıkları ve Doğum ile Psikiyatri. Türkiye’de antidepresan kullanımı ise günden güne artıyor. Türkiye antidepresan kullanımında 22. sırada, ‘ruh sağlığını düzeltmek için kullanılan ilaç’ sınıfındaki ilaçların tüketimi ise 10 yılda yüzde 63 arttı. CHP’nin raporuna göre 2013’te 37 milyon 258 bin 388 kutu olan antidepresan kullanımı 2023’te 65 milyon 451 bin 831 kutuya çıkarak yüzde 75 arttı.

İnsanın psikolojik sağlığını etkileyen pek çok faktör tartışılırken Türkiye Sosyoloji Mezunları Derneği Başkanı Özgür Başpınar Aktükün’le insan sağlığının toplumsal yönünü ve toplumun ‘kolektif ruh sağlığını’ konuştuk.

“HER PSİKOLOJİK PROBLEM BİYOLOJİK DEĞİL”

İnsanın ‘ruh sağlığı’ dediğimizde neyi kastediyoruz? İnsanın ‘ruh sağlığı’ ile toplumsal yaşantının nasıl bir ilişkisi var?

Doğrudan doğruya ruh sağlığını etkileyen faktörlerin tek bir cevabı yok. Ruh sağlığı alanında çalışanların çok daha ayrıntılı bir cevap verebileceği bir sorudur bu elbette ama genellikle iki odak üzerine yoğunlaşıyoruz. Birincisi biyolojik faktörler. Bunlar genetik olabileceği gibi bir kaza sonucu ortaya çıkmış da olabiliyor. Bu biyolojik tarafın her ruh sağlığı probleminde geçerli olmadığını artık biliyoruz. Diğer tarafı ise sosyal yokluklar. Sosyal alanda yaşanan yoklukların birey üzerinde yarattığı etkilerle çıkan ruhsal bozukluklar. Özellikle günümüzde biyolojik faktörlerin etkin olduğu hastalıklar ile sosyal kapasiteyi kullanamamaktan doğan stresin sebep olduğu ruh sağlığı problemleri birbirine çok karıştırılır hâle geldi. Dış dünyayı sorgulamadan, sadece bireye atfettiğimiz eksikliklere odaklandığımızda bu çözümsüz bir sorun haline geliyor.

“KİŞİNİN SOSYAL ÇEVRESİ ETKİLENME ORANINI DEĞİŞTİRİYOR”

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) insanı şöyle tanımlıyor: Biyo, psiko, sosyal bir varlık. Ancak son zamanlarda buna ekonomik ve ekolojinin de eklenmesi gerektiği düşünülüyor. Yani insanın bu beş ayaktan birinde yaşayacağı sorunlar, kişinin ruh sağlığını doğrudan etkiler. İnsan bir kriz, kayıp, travma yaşayabilir. Bunlar kişinin altyapısı, içinde büyüdüğü sosyal çevreye bağlı olarak farklı boyutlarda etki edebilir. Bunların bütünü ruh sağlığını oluşturur.

Pandemide yaşanan intihar vakaları, büyük depremler sonucu verilen tepkiler, bazen de tekil vahşet vakaları… Tüm bunların sebebi bazen ‘toplumun ruh sağlığının bozuk olması’ ile açıklanıyor. Toplumun ‘ruh sağlığı’ ifadesi doğru bir ifade mi? Toplumun nabzı, toplumsal ruh hâli nelerden etkileniyor?

Burada bakış açımızla ilgili bir problem var. Neden ve sonucun yerini değiştiriyoruz aslında. Örneğin daha geniş bir nüfusu etkileyen doğal afet gibi, daha kolektif travmalar gibi olayların ruh sağlığına etkisi bir sonuçtur, neden değil. Ruh sağlığımız bozuldu mu? Evet, bence bozuldu. Eğer tüm toplumda genele vurmuş bir ‘bozukluktan’ bahsediyorsak bu yapısal bir sorunu işaret eder. Tartışılması gereken konu da budur, kamusal düzenin kaybıdır.

“İNSANLARIN İLİŞKİSİ METALAŞTIKÇA TOPLUM YAPISI  DEĞİŞİYOR”

Psikolojik ihtiyaç kişinin sadece kendi iç dünyasıyla ilgili değildir. Çevrenizdeki insanlarla kurduğunuz ilişkilerle şekillenir. Bunların tümü psikolojinizi etkileyen parametrelerdir. Örneğin bireysel olarak mesleğinizi icra ederken iş ortamınız güvencesizse bu sizin psikolojik sağlığınızı etkiler. Çünkü bu işin kaynağında toplumsallık ve kamusallık var. Ancak kamusal hayat çözüldü ve o kadar sertleşti ki insanlar tüm hayatlarında bir mücadeleye girişmek zorunda kaldı. En temel ihtiyaçlar için dahi sert bir mücadeleye girmek gerekince, insanlar birbiri için bir meta haline geliyor. O andan itibaren de birbirine karşı sorumluluğu kayboluyor.

“KAMU YOK OLDUKÇA GÜVENSİZLİK HİSSİ YAYGINLAŞIYOR”

Peki burada kamunun ya da devletin sorumluluğu nedir?

Bunun bir yanında hukuk var. Toplumsal ilişkileri belirleyen etkenlerden biri haklar ve bununla beraber sorumluluklardır. Bunlar birbiriyle yan yana durmak zorundadır. Eğer sadece sorumluluk alıp bunun karşısında bir hak alamıyorsanız burada bir sorun çıkar. Duygu durumu bozukluğuna neden olur ve uzun süreli duygu durumu bozuklukları kişinin toplumsal hayata katılımını engeller. Bir süre sonra bu sebebe müdahale edilmezse eğer giderek büyüyen bir sorunlar yumağında yaşayan insanlar oluşur. Bu da tüm insanlarla iletişiminde bir sorun yaratır.

Ancak bunu sebep gibi tartışırsak insanların ruh sağlığını bozan gerçek failleri ortaya çıkartamayız, bireysel olarak insanlar suçlu gibi görünür. İnsanlar kapı kapı terapist arar, sonra gidemez çünkü artık terapistler çok pahalı. Ezcümle şunu söylüyorum, ruh sağlığı meselesine temelde ruh ve kamu sağlığı perspektifinden bakmamız gerekiyor. Davranış sorunlarının temelinde kamusallık vardır.

“İNSANLAR PEK ÇOK KONUDA KAYGILI HİSSEDİYOR”

Toplumun genelini ilgilendiren bir ruh sağlığı probleminin ortaya çıkmaması için insanların güvenceli yaşıyor olması lazım. Barınma, gelir, eğitim ve sağlık hizmetlere erişmede sorunların olmaması gerekir. Örneğin kamusal sağlık ve eğitim hizmetlerinin sizin kaygılarınızı artırmaması gerekir. Veya gelir kaygısıyla kötü çalışma koşullarına mahkum olmamanız gerekir. Alınan ücretle geçinme kaygısı yaşamamanız gerekir.

Önce bu yaşam koşullarını dayatan; insanların kendisini ekonomik, psikolojik, biyolojik, sosyal anlamda gerçekleştirme alanının bulunmadığı sistemi sorgulamadan, ‘neden yapman gerekeni yapmıyorsun’ demeden bu sorun çözülemez. Çünkü erişilebilir ruh sağlığı hizmeti bir halk sağlığı sorunudur.

Ancak istisna dahi olan insanları takip edecek sistemler tasfiye edildi, ya da hiç kurulmadı bile. Bunların uygulanmaması, müdahale edilmemesi de yönetsel bir tercihtir. Örneğin mesele sadece AMATEM açmak değildir. Toplum ruh sağlığından bahsettiğimizde bunların ne kadar erişilebilir olduğu, hizmetlerin yaygınlığı asıl meseledir.

Bugün Discord üzerinden çocuk istismarı veya Eskişehir’de bir gencin beş kişiyi bıçaklamasından bahsederken hemen ‘ruh sağlığı’ açıklaması devreye giriyor. Bunlar tekil meseleler mi, ‘ruh sağlığı’ burada tatmin edici bir açıklama mı?

İnsanların kendini gerçekleştirme araçlarına ilişkin bir şey bu. İletişim araçlarının bu derece çeşitli ve yaygın olduğu bir dönemde, bu araçların nasıl kullanıldığı toplumda var olma ve kendini gerçekleştirme dürtüleriyle çok ilişkili nasıl kullanacağı. Baskıcı, kontrole dayalı bir sistemde bu tarz araçlar bir ‘özgürlük’, saklanma alanı haline gelebiliyor. Eğer benim varoluşumu besleyecek, kendimi gerçekleştirmemi sağlayacak başka araç yoksa, bu alanın da sınırları ortadan kalkar. Bugün özellikle genç nesil açısından özne olabilme konusu çok problemli. Hayatında özne olabileceği alanlar daraldıkça bu tarz mecralarda özne haline gelmeye çalışıyor.

Kapitalizmin bu dünyaya dair söylediği en büyük yalanlardan biri varoluş süreçlerini rekabetle açıklaması. Özne olamamanın da bununla ilgisi var bence. Çünkü özellikle gençler açısından, bu dünyadaki varlıkları metalar üzerinden tanımlanıyor. İnsanla kurulan ilişkiler, metayla kurulan ilişkilere dönüşüyor. Ancak bu halen bir toplumsallaşma, toplumda kendini metayla tanımlamaya dair bir ihtiyaç.

Peki tüm bunlara müdahale etmek için ne yapılmalı?

Önce gerçek faili ortaya çıkarmak zorundayız. Sorunun kişilerde değil, kölelik dışında bir rol biçilmeyen düzende olduğunu söylemek zorundayız. Bu olmadığı sürece toplum olmamızı sağlayacak bir duygudaşlık kuramayız. Çünkü vaktimiz yok, her şey için savaşmak zorundayız bugün. Bizi koruyacak, temel ihtiyaçlarımızı karşılayacak bir kamu yok çünkü ortada.